Bahar ve yaz aylarında giderseniz geçerli olan bir gezi rehberi başlığımız var: havanın kararmadığı memleket … Her ne kadar,Noel zamanın çok güzel olduğunu duymuş olsam da, hava kararmadan şehri rahatça gezme fikrini o kadar çok sevdim ki, fırsatınız olursa bahar aylarındaki seyahatlerinizde değerlendirebileceğiniz bir şehir olarak Kopenhag’ı öneririm. Ayrıca tam bir long weekend gezisi: Perşembe ve Cuma’ya izin alarak, 3 buçuk günde rahatlıkla gezebileceğiniz bir şehir.
Ne kadar kalalım?
Yukarıda da bahsettiğim gibi, Kopenhag’ı rahatlıkla 3 günde gezebilirsiniz. Eğer müzelerde daha fazla zaman geçirmeyi seviyorsanız, aynı zamanda da Malmö’ye gitmeyi düşünüyorsanız bir gün daha eklemek güzel olur. Hem Malmö, hem de Louisiana müzesini gezmek istediğinizde 3 gün az gelecektir.
Ne zaman gidelim?
Baştan söylemeliyim ki, bahar aylarında gitmek, günler çok uzun olduğundan – hava akşam 10’da kararıyor – çok keyifli. Yaz ayında bu süre daha da geç saatlere kadar uzuyor. Kışın ise, tam tersi, günler kısa. Kışın gidilecekse eğer en güzel zamanının Noel zamanı olduğunu okudum. Özellikle Tivoli Bahçeleri’nin ayrı bir havası oluyormuş. Kararı size bırakıyorum, kışını görmedim, ben bahar ve yaz’cıyım.
Nasıl ulaşalım?
4 günlük bir plan için Istanbul-Kopenhag THY saatleri oldukça iyi. 11.00 uçağına bindiğinizde, 13.30 gibi inmiş oluyorsunuz. Kopenhag havalimanı ile Merkez arası da tren ile yalnızca 15 dakika olduğundan dolu dolu bir yarım gününüz oluyor.
Şehre ulaşım:
THY’nin İstanbul – Kopenhag arasında, Perşembe 11.00 gidiş, Pazar 19.00 dönüş uçağı var. Burada anlatacağım 4 günlük program için biz bu uçuşları kullandık.
Kopenhag havalimanından, merkeze ulaşım için ise en iyi yol, 15 dakika süren trene binmek. (Ücreti 34 DKK)
Şehir içi ulaşım:
Şehir için ulaşımda toplu taşıma, birçok Avrupa şehrinde olduğu gibi oldukça rahat. Metro hatları çok yaygın olmasa da, otobüsler sık sık ve pek çok yere gidiyor. Copenhagen kartınız var ise, tüm toplu taşımalar bu kart kapsamında ücretsiz.
Benim en sevdiğim ulaşım aracı ise bisiklet oldu. Otellerin birçoğundan veya şehir merkezlerinden kiralamak mümkün. Ben tüm gün onunla uğraşamam derseniz de, şehir içerisinde pek çok noktada Bolt (bisiklet)ve Voi (scooter) gibi uygulamalar ile (Uber benzeri) elektrikli bisiklet ve scooter kiralayabiliyorsunuz. Elektrikli bisiklet dediklerimiz de, elektrikli scooter gibi siz bisikleti çevirdikçe hızlanan ve kullanımı daha Rahat bisikletler. Özetle spor amaçlı değil, tam olarak gezme amaçlı yapılmışlar. Fiyatlamaları gereği, elektrikli bisiklet ve scooter’ları daha çok A noktasında B noktasına ulaşmak, veya kısa bir süreliğine gezmek için kullanılması mantıklı. Tüm gün kullanmak isterseniz, günlük bisiklet kiralamaları daha anlamlı oluyor.
Bir uyarı da yapmak önemli: Yerel halk için bisiklet bir ulaşım aracı olduğundan, sabah ve akşam iş giriş – çıkış saatlerinde ciddi bir yoğunluk oluyor. Belirli kuralları bilerek (durmadan önce bir elinizi havaya kaldırmak gerekli gibi) gitmek ve trafik ışıklarına uymak çok önemli.
Nerede kalalım?
Biz Tivoli’ye, yani gara yakın bir otel tercih ettik. Hem havaalanından tren ile gelip otele yürüyerek ulaşmak, hem de Malmö’ye gideceğimiz gün rahatça yürüyerek trene yetişme amacıyla. Otel, Tivoli Garden’ının hemen yakınında olunca da, gecesini gündüzünü ayrı ayrı görmüş olduk. Siz de o çevre kalırsanız hiç değiştirmeden burada yazdığımız programı uygulayabilirsiniz.
Copenhagen Card nedir, gerekli midir?
Genel olarak, bir şehirde kart satın almadan önce, nerelere gideceğinizi belirlemeniz önemli. Birçok şehirde, zamanınız kısıtlıysa kart almak anlamlı olmayabilir. Avantajlarından biri de, toplu taşımayı ücretsiz kullanabilmek. Bahar aylarında gidiyorsanız çoğu yere yürüdüğünüzden, ve Pazar günleri otobüs ve metroyu Pazar günleri ücretsiz kullanabildiğinizden dolayı kart almayı pas geçebilirsiniz.
Linkini buraya bırakıyorum, biz kartsız gezdik, siz daha fazla yer görecekseniz buradan karta dahil olan yerlerin listesine göz gezdirebilirsiniz.
Kısa bir tarih ve ilginç bilgiler
Operasyonel konuları tamamladığımıza göre, kısa bir tarihe geçebiliriz.
- Danimarka’nın başkenti Kopenhag, Oresund boğazı ile İsveç’in Malmö şehrinden ayrılıyor. Öresund Köprüsü, iki şehri demiryolu ve karayolu ile birbirine bağlıyor. Eğer Malmö’ye geçerseniz, yolculuğun yarısı denizin üzerinden yarısı altından geçen bu trene binmiş olacaksınız.
- “København” Danca’da “ticaret limanı” veya “tüccar limanı” anlamındadır. Koben tüccar ve “havn” Danca’da “liman” demektir. Yer isimleri genellikle anlamına göre verilmiş. Bir diğer örnek ise şehrin simgelerinden “Nvhavn”: Burası da “yeni liman” anlamına geliyor.
- Kopenhag, dünyanın en güvenli ülkesi. Bu yalnızca lafta değil, daha önce birkaç defa da oylamalar ile belirlenmiş (2021-The Economist). Suç oranının düşük olmasının yanı sıra, “güvenli şehir” ismini almasının en önemli sebeplerinden biri de Danimarka kültüründe insan ilişkilerinin güven üzerine kurulmuş olması.
- Hatta güvenli şehir noktasına, bir Türk için uç olabilecek örnek vereyim: Danimarkalılar bebeklerini soğuğa alışmaları için, bebek arabalarında mağazaların / marketlerin kapısının önünde bırakıyorlar. Bebeğim kaybolur gibi bir korku olmadan, bebekler kapı önlerinde, dışarıda bekliyor. Bu durum bize şaşırtıcı gelse de, kuzey ülkeleri için oldukça sıradan.
- Tarih bölümünü kapatmadan önce, mitoloji ile ilgili de bilgi vermek istiyorum: İskandinav ülkeleri, zengin bir mitolojik kültüre sahiptir. Kuzey ülkelerinin uzun ve güneşsiz kış mevsimlerinde şekillenen mitolik kültür pek çok efsane ve tanrıyı içeriyor: Yüzüklerin Efendisi, 13. Savaşçı ve Vikingler gibi film ve diziler Danimarka’nın mitolojik kültürünü anlatıyor. Thor’un çekiç hırsızlığı efsanesi de, Danimarka pagan mitolojisi ve tanrılar arasındaki amansız çatışmayı ele almakta. Danimarka mitolojisinin en kuvvetli tanrılarından Thor, İngilizcedeki Thursday (Perşembe) kelimesinin kaynağını oluşturuyormuş. Thursday olarak bilinen perşembe günü Thor’s day (Thor’un günü)’den geliyormuş. Neden Perşembe derseniz, burada ufak bir karışıklık söz konusuymuş: Birinci yüzyıla kadar uzanan Roma belgelerinde, Thor’un gücü ve çekici, gök gürültüsünü ve gökyüzünü kontrol eden baş Roma tanrısı Jüpiter ile karıştırılmış. Bu nedenle haftanın dördüncü günü için Roma döneminde “Jüpiter’in günü”, “Thor’un günü” olmuş. Danca’da da kadınlar için Thorunn ve erkekler için Thorstein hitapları kullanılıyor.
Gün gün neler yapalım?
Evet, şimdi gelelim, 4 günlük kompakt Kopenhag planımıza… Neredeyse hepsi yürüyerek, ancak toplu taşıma kullandığımız yerlerde özellikle belirttim.
1. Gün
Tivoli Garden
Otelimize eşyalarımızı hızlıca bırakıp, hızlıca Tivoli Garden’a geçiyoruz.
Buraya girdiğiniz an, birkaç yüzyıl önce kurulmuş bir Disneyland’da gibi hissedeceksiniz. Eski anlamında değil ama burası için “nostaljik Disneyland” diyebilirim. Öyle ki, Wall Disney de, henüz Disneyland ortada yokken gelmiş ve bu parkı gezmiş. Tivoli Garden 1800’lü yıllarda kutulmuş, o dönem için ne kadar harika bir fikir. Kocaman bir yeşil alan / park içerisinde roller coaster’lar, dönme dolaplar, korku evleri bulunuyor. Girişi ücretli, ancak bilet aldığınızda içeride şapkalı çalışanlara elinize damga vurdurarak parka giriş-çıkış yapabilirsiniz. Damganız duruyorsa öbür gün de girebilir misiniz bilmiyorum – ancak burada işler güven üzerine yürüyor. Siz aynı gün içerisinde gir-çık için kullanın damganızı, ülkenin ayarlarıyla oynamayın 😊 Keyifle en az yarım gün geçirebileceğiniz bir yer. Bir de hava kararınca tekrar görebilirsiniz, bu defa ışıl ışıl. Kopenhag kart ile girişi ücretsiz. Bilet fiyatlarını sitesinden görebilirsiniz, bileti kapıdan da rahatlıkla alabilirsiniz.
Öğle yemeği: Gasoline Burger – Tivoli Garden içerisinde: Çok ama çok lezzetli bir hamburger + patates, ne kadar lezzetli olabilir demeyin, gidince yiyin 😊
Christiana Bölgesi
Biz havanın geç kararmasını fırsat bilerek, bir de Christiana bölgesini görelim istedik. Havanın güzelliğiyle, yarım saatlik bir yürüyüş ile Tivoli’den Christiana’ya geldik.
Freetown Christiania’nın (Özgür Şehir Christiana) kuruluşu 1970’li yıllara dayanıyor. Dönemin sanatçıları ve hippilerinden oluşan bir grup, gazeteci Jacob Ludvigsen önderliğinde Kopenhag’ın merkezinde boş olan bir askeri alanı / kışlayı işgal ederek bu bölgeyi “bağımsız bölge” ilan ediyor. Devlete ve zorlu yaşam koşullarına karşı bir tepki hareketi olarak düzenleniyor. Öyle ki, kendilerine ait bir bayrakları ve para birimleri (Lon) bile var.
Devlet bu oluşumu resmi olarak tanımasa da, karşı da çıkmıyor. Dönem dönem devlet ile Christiana bölgesi yetkilileri arasında anlaşmazlıklar çıksa da, herhangi bir yıkım yaşanmıyor.1989 yılında ise bölge “yasal” hale geliyor. Danimarka’da uyuşturucu satışı ve kullanımı yasak olsa da, bölge içerisinde devlet karışmıyor. İlk akıllara gelen soru “güvenli mi?”. 2016 yılında esrar ticareti ile ilişkili olduğu düşünülen bir silahlı çatışma çıkıyor. Bu olaydan sonra, barışı desteklediğini söyleye Christiana halkı güvenliği sağlamak için birçok önlem alıyor. Sokaklar kameralar ile izleniyor, ağır uyuşturucu satılmıyor, bölge içerisine araç ve silah girişi yasak ve “koşmak” yasak. Bu kural turistler için de geçerli. Christiana’nın birkaç girişi var. Pusher Street girişindeki tabelada aşağıdakiler yazıyor: (Eğlen, koşma, fotoğraf çekme)
“Have fun
Don’t run – It causes panic
No photos”
Koşmak, panik yaratması sebebiyle yasaklı.
Zamanla bölge iyice gelişiyor, bölgede yaşayanlar restoran, bar, atölye, okul inşa etmeye başlıyor. Birçok mekan var ve her yer dolu, sanat ve müziğe çok değer veriyorlar. Tüm duvarlarda graffiti’ler, resimler yapılmış. Her baktığınız yerde, görmeye alışık olmadığınız bir resim / eser gözünüze çarpıyor. Burada bugün yaklaşık 1000 kişinin yaşadığı belirtiliyor. Açıkçası gezerken çoğunlukla turistler ile karşılaşıldığından, kimlerin burada yaşadığını anlamak zor. Her önüne gelen de burada yaşamıyor. Bölgenin temsilcileri / yetkilileri, yaşamak isteyenlerin başvurularını değerlendirerek, uygun gördüklerini onaylıyor. (Kriterler hakkında bir bilgim yok, neye göre uygun görüyorlar orası meçhul).
Christiana’yı gezerken, karşınıza bir yerlerde ahşap bir “Giant” (dev) göreceksiniz. Bu dev’lerden, Kopenhag’ta 6 adet var, isimleri “Six Forgotten Giants” (Unutulmuş Altı Dev). Bu heykeller, Danimarkalı sanatçı Thomas Dambo tarafından geri dönüştürülmüş ahşap malzemelerden yapılmış. Her biri farklı bir kişiliği temsil ediyormuş (uykucu, arkadaş canlısı gibi), Teddy Friendly ve Sleeping Louis gibi isimleri bile varmış. Bu projenin arkasındaki fikir de sanat eserlerini müzeden çıkarmakmış. Eserleri özellikle doğa içerisine, bulunması daha zorlu yerlere yerleştirmişler. Böylece bunları görmek isteyen kişilerin, çoğu zaman gözden kaçan doğa manzaralarının da tadını çıkarsın istemişler. Bir tanesi de Christiana bölgesinin içerisinde bulunuyor.
Bölgeden ayrılırken, Prinsessegade Caddesi’ndeki çıkışı kullanmanızı öneririm. Burada karşınıza “You are now leaving European Union” (Avrupa Birliği’nden çıkıyorsunuz) yazısı çıkacak. Özerk bir bölgede olduğunuzu hatırlatmak için yazılmış bir yazı.
Akşam yemeği: Kodbyens Fiskebar
2. Gün
Bugün bol bol yürüyeceğiz.
Royal Library
İçine girme fırsatımız olmadı ancak dışından ihtişamını anlamak mümkün. Yapımı 1999’da tamamlanan kütüphane binasının ismi “The Black Diamond” (Siyah Elmas). İsmi kendisini yansıtan binanın mimarisi oldukça enteresan. Nehrin hemen kenarında olunca, siyah camlarına yansıyan suların etkisiyle, binayı görmeme şansınız yok. Girişi ücretsiz, yalnızca kapalı olduğu günleri önceden kontrol etmenizde fayda var.
Glyptoket
Glyptoket’in benim için en etkileyici bölümleri tropik bitkilerle çevrili bahçesi ve heykel koleksiyonları. Müze içerisinde Rodin’in eserlerinin bulunduğu oda ve Mısır eserlerine ayrılmış bölümü mutlaka görmelisiniz. Mısır bölümünde, mumya da görebilirsiniz. Glyptoket’i ziyaret ederken, yeşillikler içerisindeki kafesinde mutlaka bir kahve molası vermelisiniz.
Öğle yemeği: The Union Kitchen
Nyhavn
Kopenhag yazdığımızda ilk karşımıza çıkan rengarenk evlerin olduğu fotoğrafın çekildiği noktaya geldik: Nyhavn (yeni liman). Burası eski zamanlarda ticaret amaçlı kullanılan bir liman olsa da, şu an tamamen turistik bir nokta haline dönüşmüş. Birçok kafe, restoran, otel bu bölgede yer alıyor. Fotoğraflarda gördüğünüz rengarek binaların her birinin altında bir kafe veya restoran var. Köprülerin üzerinden çekilen fotoğraflar en güzeli 😊
Masallarıyla bildiğimiz yazar Andersen’in de bir dönem yaşadığı bu bölgede, evini görebilirsiniz: 20 numara.
Buradan tekne turlarına da katılabilirsiniz. Kişi başı 10 Euro. Biz katılmadık, yürüyerke gezmeyi tercih ettik.
Bugün uzun bir gün dedik şehrin güzel sokaklarından geze geze ilerliyoruz.
Amalienborg Sarayı
Bugün hala Kraliyet ailesinin yaşadığı Amalienborg Sarayı, Avrupa’daki birçok saraydan daha az ihtişamlı. Londra’da Buckingham Palace’taki nöbet değişimi burada da uygulanıyor. Saray muhafızlarını yolda nöbet değişimine yürürken görürseniz şaşırmayın. Sarayın hemen önündeki meydanda saat 12.00’de nöbet değişimini görebilirsiniz. Sarayın bir bölümünü gezmek mümkün, biz pas geçiyoruz.
Frederik Kilisesi
Amalienborg Sarayı’nın önündeki meydandan yukarıya doğru yürüdüğümüzde karşımıza mermer kaplı Frederik Kilisesi çıkıyor. Kiliseyi yeşil kubbesinden kolayca tanıyabilirsiniz.
Rosenborg Sarayı
Frederik Kilisesi’nden yürüyüşümüze kısa mesafedeki Rosenborg Sarayı’na doğru devam ediyoruz. Bahçesinden yürüyerek geçiyoruz.
Arada keyif molası: Seaside Toldboden – Burada lütfen bir durun dinlenin güzel bir kokteyl için, hele de hava güneşliyse …
Küçük Deniz Kızı Heykeli
Carslberg’in sahibi Carl Jacobsen’in Kopenhag’a bir hediyesi olan “küçük” deniz kızı heykeli, gerçekten de oldukça küçük … Küçük deniz kızını anlatan bale gösterisini izledikten sonra, balerinden etkilenen Carl Jacobsen bu heykeli yaptırıyor.
Reffen Street Food
Sanırım Kopenhag’da ulaşması en zor yer Reffen. Aslında Küçük Deniz Kızı Heykeli’nden tam karşıya baktığınızda göreceğiniz yer Reffen. Ulaşım önerilerimi aşağıda sıralıyorum:
- 3-4 kişiyseniz bir tak
- siye atlayın hiç uğraşmayın J
- 3 kişiden daha az sayıdaysanız, bisiklet veya elektrikli scooter ile ulaşım sağlayabilirsiniz. Hemen hemen yarım saat sürüyor ancak yollar çok keyifli, özellikle Reffen’e gelmeden bir 10 dakika önce tatlı yeşillikli yollardan geçiyorsunuz.
- En ideali ama bulması en zoru ise Nordre Toldbod durağından tekneye binmek. Tam karşısı Reffen, 10 dakikada geçiyorsunuz. Öncelikle saatlerine bakmanızı ve tam zamanında burada olarak tekneyle geçmenizi öneririm.
Eski bir fabrika alanı olan Reffen bugün lokal yemekleri tadabileceğiniz aynı zamanda oganik üretimi ve israfı önlemeyi amaç edinmiş bir food market. Özellikle güzel havalarda, gün batımında burada olmak inanılmaz keyifli.
3. Gün
Bugün yeni bir ülke görmeye hazır mıyız? Biz geldik Malmö, biz geldik İsveç!
Malmö
Hala bir Avrupalı için çok normal bir Türk için çok heyecan verici bir olay : Bu kadar kolay ülke değiştirmek.
Ufak bir şehir olduğundan kaydettiğim yerleri geze geze dolaşıyoruz:
- St. Peter’s Church
- Stortorget meydanı
- Lilla torg
- Café Pronto
- Noir Vin & Kaffekultur – bir şarap molası isteyene
- Café Pronto – veya bir kahve molası isteyene
- Malmö kalesi
- Kungsparken – işte burası tam nefes almalık bir park!
+ Bir gününüz daha varsa – ki olsun ne olur, ben gidemediğime çok üzgünüm – Louisiana Müzesi’ni de mutlaka rotanıza ekleyin!
4. Gün
Dönüş günümüze, şehrin bütün güzel sokaklarını ve alışverişimizi bıraktık. Birçoğundan geçmiş olsak da, bugün dip köşe yürüyoruz, siz de bu sokakları haritanızda kalpleyin 😊 En sevdiğim caddelerin isimlerini yazıyorum:
- Stroget
- Studiestræde
- Larslejsstræde
- Magstræde
- Snaregade
- Gråbrødretorv
Ne yiyelim?
Food market & atıştırmalık:
- Torvehallerne
- Gasoline Grill – ister öğlen ister akşam, mutlaka mutlaka burada bir hamburger yiyin!
- The Organic Hotdog Stand
- Reffen
Kahvaltı & bakery:
- Mirabelle bakery
- Conditori La Glace – burada mutlaka bir tatlı yiyin
- Wulff & Konstali
- Skt. Peders Bageri
- HANS Coffee
- The Union Kitchen
Bar & kokteyl:
- Duck and Cover
- Yellow
- Warpigs Brewpub – yemekler de çok iyi
- Bar Poldo
- Kayak Bar – tam nehir kenarında, keyiflik
- ABEN Brewery
- Charlie’s Bar
- Seaside Toldboden – buranın yemeğini bilemiyorum ama manzarası, keyfi çok güzel, akşamüstü bir şeyler içmelik
Akşam yemeği:
- Cofoco
- H15
- Venner
- Kodbyens Fiskebar – deniz ürünü yemek istiyorsanız burası en güzellerinden!
- Marv & Ben
- Paté Paté
- Garden Restaurant & Vinbar
- Otto Pizza
Umarım ne kısa zamanda siz de Kopenhag’a gitme fırsatı bulursunuz!
Google maps linkini de buraya bırakıyorum. Böylece buradaki tüm yerleri, restoranları, müzeleri haritanızda işaretli bir şekilde gezebilirsiniz!
Sevgiler,
Pırıl